Dezenformasyon, demokratik seçimlerin bitmeyen başağrısı haline geldi. Mevzuat bu sorunun üstesinden gelebilir mi? Sivil toplum ve sanayi aktörleri tarafından başlatılan diğer girişimler ne kadar umut verici? Yeni bir medya ve bilgi düzeninde devletin rolü ne olmalı? İnsanlar neye inanıp inanmayacağına nasıl karar veriyor? Kamusal iletişimde güveni yeniden inşa etmek için bilgi çeşitliliği ve toplulukların çokluğu esas.
Bu yorum yazısı, devlet destekli yerli dezenformasyonun AB demokrasisini nasıl tehdit ettiğini araştıran “Dezenformasyonda Boğulma” dosyamızın bir parçasıdır.
Post-gerçeklik çağında seçimler
Günümüz bilgi toplumu gerçeğin göreliliği üzerine hepimize bir düşünecek bir alan sunuyor. Yayımlamanın kolay olması, doğru bilgiye erişimin giderek zorlaşması demek. Seçim yarışları, riskin yüksek olduğu ve dezenformasyon kampanyalarının zirve yaptığı bir dönem olarak belirginleşiyor. Alman toplumu bu duruma hazırlıksız değildi: Yakın tarihli bir ankete göre, katılımcıların %91’i kendisi dışındaki vatandaşların dezenformasyondan etkileneceğinden korkuyor, %81’i de bunun seçim sonuçlarını etkileyebileceğini düşünüyordu. Ancak siyasi bir reklam ile oy verme davranışı arasında nedensellik bağının kanıtlanması mümkün olmadığı gibi, seçim sonuçları ve bununla ilgili dezenformasyon eylemleri arasında nedensellik bağının kanıtlanması da asla mümkün değil.
Dikkate değer bir etki yaratan ilk siyasi dezenformasyon kampanyaları dalgası dış kaynaklı, önceden tasarlanmış kampanyalara bağlanmıştı. Ancak yıllar sonra dezenformasyonun iç siyasal iletişimin de organik bir parçası haline geldiği görüldü. Kaynak yurtdışından olsa da, bilgi genellikle yerel aktörler tarafından yayılıp yaygınlaştırılıyor. Dezenformasyonu yaymak üzere özel mesajlaşma hizmetlerinin ve yapay montaj video (deepfake) gibi diğer yeni teknolojik imkânların kullanılması, dezenformasyon ticareti denen şeyi daha da maskeleyebilir. Neyse ki, yapay montaj videolar ve sesli içerikler Alman dezenformasyoncular tarafından henüz kullanılmadı. Aksine, seçimlerden sonra apaçık şaka olarak kullanıldıkları görüldü. Öte yandan Telegram ve WhatsApp gibi mesajlaşma platformları verdikleri hizmet şeffaf olmadığı için dikkatleri üzerine çekiyor. Facebook’un WhatsApp aracılığıyla teyit için özel bir kanal oluşturarak bu tehdide karşı harekete geçmeye yönünde girişimleri oldu.
Her şeye rağmen Almanya diğer bazı devletlere göre daha az dezenformasyona maruz kaldı. Dezenformasyon, öncelikle kafa karışıklığı yaratmak ve aşırılık yanlısı siyasi görüşleri desteklemek için kullanılageldi. Bu, bilgilendirici olmaktan çok ritüel olma işlevine sahip bir iletişim biçimi. Öncelikli amacı kimlikleri temsil etmek ve pekiştirmek ve gerçekler konusunda bilinçli bir yanıltmadan ziyade siyasi propagandaya yakın duruyor. Bunlarla nasıl mücadele edebiliriz?
Almanya ve Avrupa Birliği’nde yasal çerçeve
İfade özgürlüğü herkese yanlış bilgiler veya sarsıcı fikirlere inanma ve bunları ifade etme hakkı veriyor. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne orantısızca zarar vermeden dezenformasyonu yasaklamak, yani kurunun yanında yaşı da yakmamak söz konusu olamaz. QAnon hareketi veya Almanya’da yaygın SHAEF teorisi gibi komplo teorileri giderek daha mantıksız hale geldikçe, yasal düzenlemeler yapmak da giderek zorlaşıyor. QAnon’a inananların yakın zamanda yayımladıkları bir kitabın yakaladığı gözle görülür başarıdan da görüldüğü üzere, komplo teorileri gerçeklikten ne kadar uzaksa, etkileri de o kadar büyük oluyor. Kişisel siyasi dezenformasyon saldırıları veya çevrimiçi taciz söz konusu olduğunda da, tıpkı Yeşil politikacı Annalena Baerbock’un yaşadığı gibi, daha ağır darbeyi kadınların alıyor olması da bunların temel özellikleri arasında.
Tüm bunlara rağmen Almanya dezenformasyona karşı yasal ve sosyal girişimlerin sayısı ve kalitesi açısından öne çıkıyor. Eyaletlerarası Medya Antlaşması’nda (Medienstaatsvertrag) yapılan değişiklik, dezenformasyon ve yanlış bilgilendirmeyle mücadeleye yönelik yeni tedbirler getirdi. Eyaletlerde medyadan sorumlu kurumlar, gazetecilikle ilgili durum tespit yükümlülüklerine yeterince riayet edilmediği takdirde, medya kuruluşlarına karşı takibat başlatma yetkisine sahip oldular. Sosyal medya botlarının oluşturduğu mesajlar veya reklamlar da belirli bir içeriğin otomatik olarak çoğaltılmasını önlemek amacıyla açık bir şekilde işaretlenmesi gerekiyor. Çevrimiçi tanıtımların şeffaflığını artırmak için siyasi, toplumsal veya dini içerikli tüm tanıtımlar da etiketlenmesi ve reklam verenlerin veya alıcıların açıkça belirtilmesi şart koşuluyor. Ayrıca bu yeni değişiklik “kamusal değeri” olan programların, özellikle kamu hizmeti programlarının (sosyal medya platformları dışında), belirli çevrimiçi platformlarda kolayca erişilebilir hale getirilmesini gerektiriyor. Bunun, kullanıcılara bol miktarda nitelikli bilgi sunan ve yanlış bir ifadenin doğruluğunu kolayca kontrol etmelerini sağlayan bir bilgi çeşitliliği sağlaması bekleniyor. Alman Anayasa Mahkemesi’nin kararında da ifade edildiği gibi, kamu hizmeti niteliğindeki medyanın rolü, doğruluğun çoğu zaman şüphe götürür olduğu bilgi bolluğu çağında daha da önem kazanıyor. Medya, sunulan reklam odaklı şeyler karşısında bir “denge unsuru” oluşturmalı, çeşitliliği sağlamalı ve “gerçeklerle görüşleri birbirinden ayıran, gerçeği çarpıtmayan ve sansasyonel olana odaklanmayan özgün, dikkatle araştırılmış bilgiler” sağlamalıdır.
Avrupa Birliği’nin yasal düzenleme girişimi olan Dijital Hizmetler Yasası (DSA) dezenformasyon konusunu “uyarılmış özdenetim” alanının kapsamına alıyor. Bu, Avrupa Komisyonu ile istişare içinde Dezenformasyon Uygulama Kuralları’nın kabul edildiği, riskler ve kural dışı durumlarla mücadele çabalarının bağımsız bir denetçi tarafından yıllık olarak değerlendirildiği (maliyeti çok büyük çevrimiçi platformlar tarafından karşılanmak üzere) zorunlu bir özdenetim. DSA’ya göre çok büyük çevrimiçi platformlar, hizmetlerinin kasıtlı olarak manipüle edilmesi riski de dahil olmak üzere, yürüttükleri işlemlerin sistemik risklerini tanımlamak, analiz etmek ve değerlendirmek durumunda. Risk yönetiminin önemli unsurları olarak platformların içerik denetleme ve tavsiye sistemleri ile reklamların gösterilmesi vurgulanmıştır (DSA m.26).
Almanya’da hukuki altyapıyı geliştirme çalışmaları sürerken, sivil toplum girişimleri de dezenformasyona karşı aktif olarak çalışıyor. Klima-Lügendetektor gibi bazıları yanlış bilgileri çürütürken, Faktencheck21 ve Correctiv gibileri de güvenilir bilgileri yaymaya odaklanıyor. İkinci grup Federal Reklam Düzenlemeleri Birliği ile işbirliği içinde etkinliğini daha da pekiştirdi. DigiBitS ve Klicksafe gibi girişimler de medya okuryazarlığını geliştirmeyi ve hatta, Klickwinkel gibi, aktif olarak medya içeriği oluşturma eğitimi vermeyi amaçlıyor.
Güvenin önemi ve topluluklar
İnsanları dezenformasyona inanmaya ve bunları paylaşmaya iten faktörleri daha fazla araştırmamız gerekiyor. Hissettikleri güvensizlik duygusuna acil yanıtlar arayan pek çok kişi var. Sosyal medya onlara bir konuşma alanı açtı ve iktidardaki liderlerin şeffaf hale gelmesini sağladı. Ancak yaşamlarını iyileştirmek veya siyaset üzerinde etkisi kanıtlanmış bir değişiklik yaratmalarını sağlayacak gerçek bir güç sunmadı. Bu, bireyin sanal potansiyeli ile gerçek yetenekleri arasında, tepkisiz ve kendine yabancı gibi görünen sisteme karşı güvensizliğe kadar köklenen bariz bir boşluk yarattı.
Geleneksel olarak hakikat, kiliseler, bilim kurumları ve diğer manevi veya entelektüel otoriteler gibi sosyal kurumlar tarafından muteber kılınmıştır ve inandıkları fikirlerle gerçekler, insanların kimliği ve topluluk içindeki yerlerinin yapı harcıdır. Küresel çokkültürlülük ve sosyal medya aracılığıyla, geleneksel milliyet, aile ve toplumsal sınıf çizgileri arasında birbiriyle ilişkilenen topluluklar oluştu. İnsanlar korkuları ve sorunlarına cevap veren çevrimiçi topluluklar buluyor ve burada hissettikleri aidiyetle kimliklerini yeniden oluşturuyor.
Bir komplo teorisi topluluğunu terk eden birinin hikâyesinden, bu topluluktan misyonu dezenformasyonu çürütmek olan bir grubun yardımıyla ayrıldığını öğreniyoruz. Bu gibi destekleyici toplulukların gücü bağımlılık gibi birçok toplumsal soruna karşı başarıya ulaşmanın anahtarı olabiliyor. Dezenformasyonla mücadele, ister çevrimiçi ister çevrimdışı olsun, dayanışma ve gerçeklerin doğrulanmasını ilke edinmiş ve sorularına yanıt ya da manevi destek arayan herkes için erişilebilir olan yeni ve mevcut toplulukların etkinliğine bağlı.
Almanya pek çok birlikteliğe ev sahipliği yapıyor, muhtelif topluluklardan oluşan bir gökkuşağını besleyip büyütüyor. Bu çeşitliliğin bir veçhesi de çokpartili sistemi. İki partili sistemler, içsel kutuplaşmaları nedeniyle, çokpartili sistemlere göre dezenformasyon ve propagandaya daha açıktır. Dezenformasyon genellikle olumsuz propagandayı kendine araç kılar, yani insanları olumlu bir eyleme ikna etmeye çalışmak yerine belirli bir siyasi partiden uzaklaştırmayı veya oy kullanmaktan vazgeçirmeyi amaçlar. Farklı seçeneklerden yoksun seçmenler demokratik süreçle ilgili olarak daha kolay hayal kırıklığına uğrar ve kuşkucu hale gelir. Oysa birkaç siyasi partinin olduğu durumda, hayal kırıklığına uğramış seçmenlerin kendi tercihlerine göre bir parti bulma şansları daha fazladır. Almanya’nın siyasi haritası son seçimlerden bu yana hatırı sayılır bir seçmen göçü gösteriyor ve şimdiye kadar hiçbir parti bu değişimin kazananı ya da kaybedeni değil.
Çoğulluğun bir başka yönü de Almanya’nın federal sisteme sahip olması. Bazı kararlar merkezi sisteme sahip devletlere göre daha yavaş alınsa ya da nihayetinde tek bir Eyalet (Almanya bölgesi) tarafından veto edilse bile, bu uzlaşı süreci siyasi sistemin istikrarını sağlar. Söz konusu durum daha iyi bir dünya için ve dezenformasyona karşı aşağıdan yukarıya hareket eden inisiyatifler için de geçerli. Nispeten geniş bir sivil aktivizm ve katılım sayesinde, daha az açık toplumlarda olduğu gibi, sadece radikal sesler duyulmuyor. Toplumsal yapıların daha kapalı olduğu yerlerde sosyal katılım birey için yüksek risk taşır ve kendi toplulukları için ayağa kalkan vatandaşlar, toplumsal yaşamlarında kayıplarla başa çıkmak ve bireysel fedakârlıklarda bulunmak zorunda kalır. Bu koşullarda, yalnızca daha fazla risk alan ve dolayısıyla daha radikal kişiler kendilerini alenen ifşa edecektir.
Dezenformasyon konusunda çizgi nereye çekilmeli
Burada dezenformasyonla ilgili olarak çizginin nereye çekileceği meselesi ortaya çıkıyor. Nefret söylemi gibi bireysel haklara yönelik açık ve mevcut bir ihlal tehlikesi oluşturdukları takdirde, bu tür söylemlere müsamaha gösterilmemelidir. Çoğulculuğu ve ifade özgürlüğünü güvence altına almak devletin yükümlülüğü. İnternet ve sosyal medya çağında bu yükümlülük, ister çevrimiçi ister çevrimdışı olsun, her kullanıcıya halka katılımını engelleyecek bir taciz edilme korkusu olmadan güvenli bir konuşma ortamı sağlamayı gerektirir.
Dezenformasyonun önüne doğrudan içeriği üzerinden geçilemese de, bilgi ortamının düzenlenişi özgür ve demokratik kamusal söylemi koruyacak şekilde yapılabilir. Özdenetimse, uyarı bazlı çalışma modeli mevcut haliyle işlediği sürece, tek başına pek ümit vaat etmiyor. Dezenformasyon yangın gibi yayılıyor ve bu yayılmaya katkıda bulunan platformlar için büyük kâr sağlıyor. Reklam yönetmeliğinde yapılacak küçük değişiklikler bile uyarı odaklı medya ekonomisinde anlamlı değişiklikler yaratacaktır. Örneğin, büyük şirketleri reklamlarıyla dezenformasyona sponsor olmaktan kaçınmaya zorlamak, dezenformasyon ticaretini teşvik eden birtakım unsurları ortadan kaldırabilir. Büyük şirketlere reklam bütçelerinin belli bir kısmını platform şirketleri yerine haber medyası şirketlerine ayırma yükümlülüğü getirmek, halihazırda mücadele vermekte olan geleneksel haber ve araştırmacı medya sektörü için bir can simidi olacaktır. Siyasal reklamcılık alanında şeffaflığın ve açıklığın artırılması da ayrıca gerekli. Mevcut AB veri koruma yasalarının kararlılıkla uygulanması, manipülatif, mikro hedefli siyasi reklam riskini azaltacaktır. Siyasi reklamcılık konusunda bazı koruyucu önlemler almaya yönelik bir AB yasama planı yolda.
Dezenformasyon ve yanlış bilgilendirme karşısında dengeleyici bir güç olması için, bir kamu hizmeti olan medyayı demokratik rollerini yerine getirme konusunda güçlendirecek başka önlemlerin de alınması gerekiyor. Bunun yanı sıra haber medyası sektörü de kendini yeniden yapılandırabilir. Rekabeti artırmak veya sürdürmek yerine, işbirliği ve ağlar oluşturma üzerinde çalışmak genel bilgi ortamına fayda sağlayacaktır. Medya özgürlüğü ve çoğulculuk da halihazırda Avrupalı kanun yapıcıların gündeminde ve dolayısıyla yeni yasalar da yolda olabilir.
Sonuç olarak, dezenformasyon sadece birkaç kötücül aklın ürünü değil. Yanlış bilgi, aldatma veya manipülasyon eskiden beri var; sadece yeni bilgi sistemi sayesinde yaygınlığı ve ikna gücü arttı. Yeni bilgi teknolojisi hem toplumsal hem de bilgi alışverişine ilişkin süreçleri etkiledi. Bu nedenle çözüm, bireysel aktörler yerine süreçlere ve ağlara hitap eden sistemik bir çözüm olmalı.